Sağlık sebepleri ile aralık ayından itibaren yazılarına ara veren gazeteci-yazar Emin Çölaşan, bugün kaleme aldığı yazısı ile köşesine geri döndü. Çölaşan, ‘Küçük bir kazada başıma gelenler’ başlıklı yazısında yaşadığı süreci okurlarına aktardı.
Emin Çölaşan’ın yazısı şöyle:
“Sevgili okurlarım, geçtiğimiz aralık ayının bitmesine birkaç gün kalmıştı. Sabah yataktan kalktım.
O sırada eşim Tansel Çölaşan’dan bir talimat geldi:
“Şu yatağı kaldır da alttaki bavulları çıkaralım.”
Yatak ağır.
Kaldırmak için kendimi zorlarken belimden çaat diye bir ses geldi ve o anda büyük bir acı ile kilitlendim.
Hemen sonra yoğun bir doktor ve hastane süreci başladı.
Tetkikler, tedaviler ve çeşitli aletlere girip çıkmalar…
Bu aşamada, hastanede yatarken ateşim 40’a çıkmış, bir sürü alete sokmuşlar ama ben olanları şimdi anımsamıyorum.
10 gün kadar hastanede yattım.
Çıktığım zaman şiddetli ağrılarım vardı.
Günün birinde tanı konuldu.
Kalça ve bacaklardaki kasların erimiş olması.
Peki bunlar nasıl düzeltilir, ağırılar nasıl giderilir?
Eve fizik tedavi uzmanları geldi. Olmadı.
Ankara Bilkent’te Türkiye’nin en büyük ve kapsamlı fizik tedavi hastanesi var.
Şimdi Sağlık Bakanlığına bağlı ama geçmişte askeriyeye (GATA’ya) aitmiş. İktidar el koymuş.
Oraya başladık.
Haftalar boyunca gittim, sürekli egzersizler yaptırdılar, tedaviler uygulandı.
Orada yan yana yattığımız yataklarda gazi askerlerle birlikte egzersizler yaptım.
Ama ağrılar sürüp gidiyordu.
Sadece ağrılar değil, bıçak saplanmış gibi acılar vardı.
Uzmanlar hep aynı şeyi söylüyordu:
“Mesleğiniz gereği olarak hep masa başında oturmuş ve ömrünüz boyunca hareketsiz kalmışsınız. Kaslarınız erimiş. Burada ve evde yapacağınız egzersizlerle kaslarınızın biraz olsun güçlenmesini sağlamaya çalışacağız. Çektiğiniz acılar o zaman hafifler. Bu işin başarıya ulaşması sadece bize değil büyük ölçüde sizin çabalarınıza bağlıdır…”
Serde bir tembellik de var!
Önerilerin çoğunu yerine getiremedim…
Ve durmadan çektiğim dayanılmaz ağrılar ve acılar bazen azalsa bile yok olmadı.
Sık sık, her gün zorlamayı sürdürüyor.
Şimdi biraz daha iyiyim ama hareket etme yeteneğimi önemli ölçüde yitirdim.
Bunun en başında yürümek geliyor.
Yatağa tek başıma acılar içinde girerken zorlanıyorum.
Yaşantım kısıtlandı.
Hareketsiz kalmaya mahkum oldum.
En küçük ve basit hareket sonrasında bile belden aşağıma bıçaklar saplanıyor.
Hani yürümeye yeni başlayan küçük çocukları taytay diye teşvik ederler ya, aynen o durumdayım!
Bazen tek başıma ama düşmeden, yavaş adımlarla birkaç metre yürümeye çalışıyorum.
Bazen dizlerim boşalıyor, ne yapacağımı şaşırıyorum.
Bu işin en tehlikeli boyutu yürümeye çalışırken düşüp bir yerinizi kırmakmış.
Burada açıkça itiraf edeyim, bu acı verici süreçle birlikte psikolojim de bozuldu.
Ev yaşantısına mahkum oldum.
Evin içinde yürüteçle kısa adımlar atabiliyorum.
İki dakika ayakta dursam bacaklarım tutmaz oluyor, yere düşüp bir yerlerimi kırmaktan korkuyorum.
Gazeteye başkalarının yardımıyla birkaç kez gelebildim.
Bir süre önceydi…
Gazetemizin genel yayın yönetmeni Metin Yılmaz, gazetemizin avukatı İsmail Yılmaz ve Ankara temsilcimiz Saygı Öztürk evde ziyaretime geldiler.
Pasta getirmişler. Sohbet ettik, gülüştük, moral verdiler, yazılarıma başlamamı istediler…
Ve şimdi haftalar sonra bu ilk yazıyla başlamış oluyorum.
Benim için adeta yeni bir başlangıç.
Şimdi sizlere yeniden kavuşmuş olmanın mutluluğunu yaşıyorum.
Sevgili okurlarım, ağrılar olmayınca bazen balkonda oturuyoruz…
İnsanlar ve araçlar önümüzden gelip geçiyor…
Ve ben yürüyen insanları gördükçe onları kıskanıyorum!..
Ama bu olumlu bir kıskanma.
“Keşke ben de günün birinde böyle yürüyebilsem” diye kendi kendime hayıflanıyorum.
Aklımdan düşünceler geçiyor, sürekli hayal kuruyorum…
“Bıçak gibi saplanan ağrılarım azalsa, sokağa çıkıp kaldırımda çok değil, şöyle 50 metre desteksiz ve yardımsız yürüyebilsem!..”
Hastane ve tedavi süreci henüz bitmedi ama en büyük özlemlerimden biri…
Ve inanıyorum bir süre sonra bu da olacak.
Şimdilik o güne kadar sizlere yeniden merhaba demenin mutluluğunu yaşıyorum.”