Televizyon Dizilerinde Dini ve Kültürel Sembollerin Temsili Üzerine Panel Düzenlendi
Bilim Sanat Vakfı tarafından “Kızılcık Şerbeti”, “Kızıl Goncalar” ve “Ömer” dizileri başta olmak üzere son dönem televizyon yapımlarında dini ve kültürel sembollerin ve farklı yaşam tarzlarının nasıl temsil edildiği üzerine panel düzenlendi.
Vakfın Zeyrek Salonu’nda gerçekleştirilen ve yönetimini yazar Havva Yılmaz’ın üstlendiği panelde, gazeteci ve yazar Nihal Bengisu Karaca, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zeynep Kevser Şerefoğlu Danış ile yazar Hüseyin Etil konuşmacı olarak yer aldı.
“Türk televizyonlarındaki dizilerin kendi iç çıkmazları var”
Karaca, “Kızıl Goncalar” dizisinin dindarlara karşı bir yapım olarak lanse edildiğini fakat dizinin tarikatların bir mesele olduğunu anlattığını belirterek, “Aynı zamanda ‘bu dizi seküler hayatı, laik yaşam tarzını da çok aşındırıyor’ denildi. Buna da cevabım hayır. Aslında dizi 28 Şubat’ta Suavi Alkanlı gibi tavan arasında kalmış Kemalizm’i temsil eden bir bakış açısını da ortaya koyuyor.” dedi.
Dizinin dindar yaşama karşı bir duruşta olmadığı görüşünü paylaşan Karaca, Kur’an kursunda Feyza karakterinin attığı dayak sahnesinin gereksiz ve yanlış olduğunu, bunun dışında da dizide kendisini rahatsız eden bir şey görmediğini söyledi.
Karaca, dizinin devamına dair ise bir yorumda bulunmak istemediğini ifade ederek, “Kefil olmak da istemiyorum. Çünkü senaryo yazımı ve Türk televizyonlarındaki dizilerin kendi iç çıkmazları var. O çıkmazlardan çıkmak için meseleyi gevşetebilir, cıvıklaştırabilirler. O zaman biz de sesimizi yükseltiriz. Ama bence gerçekçilik dokunuşu açısından özel bir dizi. Mesela Birgül karakterinin idealizasyonu üzerinden bize başka bir şey söylenmeye çalışıldığını da düşündürüyor. Çok gerçekçi çizilmiş.” diye konuştu.
“Psikolojinin ve psikiyatrinin sahneye hediye ettiği dizilerden farklıymış gibi görünüyor”
Doç. Dr. Zeynep Kevser Şerefoğlu Danış da “Kızıl Goncalar”ı bir anne yoksunluğu dizisi olarak gördüğünü dile getirerek, “Son 3, 4 yıldır psikolojinin ve psikiyatrinin sahneye hediye ettiği dizilerden farklıymış gibi görünüyor. Çünkü tefrişat, diyalogları çok iyi ama alt yapı annelik mitine dayanıyor ve bunun toplumsal inisiyatif açısından Kızılcık Şerbeti’ndeki dikotomik mekan gibi bilinç dışında ayrı problemleri olduğunu düşünüyorum.” değerlendirmesini yaptı.
Yazar Hüseyin Etil ise İslami edebiyat alanının güçlenmesiyle dizilerdeki temsillerin farklı bir noktaya taşınabileceğini söyleyerek, “Dindarların kendi hikayelerini daha fazla anlatmaları lazım. Seküler bakıştan kurtulmak istiyorlarsa, kendi hikayelerini anlatacaklar. Bence bunun başka bir yolu yok.” ifadelerini kullandı.
Sinemanın anlatısının dizilerden çok daha modern ve farklı olduğunun altını çizen Etil, “Toplumlarda sosyo ekonomik yapıdaki bir takım çözülmeler, sosyo kültürel zeminde başka temsillere sebep oluyor. Yani estetiğin teorisi de bir ölçüde bu.” görüşünü paylaştı.
Etil, Türkiye’nin çok fazla dünyaya dizi ihraç ettiğini ve bu yapımların çoğunun muhafazakar diziler olduğuna dikkati çekerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bir taraftan da böyle ilginç bir trend var. Bu aile dizileri dışında çok epik bir anlatı var. Bana göre ironinin bittiği, epiğin başladığı an ‘Leyla ile Mecnun’ TRT’de bitip, ‘Diriliş Ertuğrul’un başladığı andır. İroni dönemi kapandı, artık başka gerçek bir hikaye başladı. Diriliş Ertuğrul ile başlayan ve sonra dini figürlerle devam eden dönem. Bugün TRT Tabii’nin kültür politikasına bakın. Orada başka bir hikaye kurgulanmaya çalışılıyor. Ama bir taraftan da bunlar küresel piyasada karşılık buluyor. Yani küresel ve Türkiye’deki trendler açısından bence ters bir akıntı var. İçeriden de alternatif bir modernleşme anlatısı giderek gelişiyor. Dindar kadınlar, modernleşen kadınlar üzerinden gelişiyor.”